Ozanlık geleneği 15.yüzyılın ortalarına doğru yerini aşıklara (saz şairlerine) bıraktı. İşte saz şairleri bu ozanların torunlarıdır. “Ancak ozanlık geleneği tümden yok olmamış, yine de saz şairlerinin söz ve tellerinde varlığını sürdüregelmiştir.Aşık kelimesinin Türkçe olan ışık kelimesinden türediğini öne süren yazarlar olduğu gibi aşık deyiminin islamiyetin kabulünden sonra Arap dilinden alındığını kabul edenler de vardır."1
Saz şairlerine âşık denilmesinin İslam inancı ile yakın ilişkisi vardır. Âşık, önceleri yalnızca Tanrı aşkını dile getiren dini-tasavvufi alanda şiirler söyleyen, şairler için kullanılırken, sonraları halk şairlerinin genel adı olmuştur. Bunda, din-dışı konularda şiirler de söylese halk şairlerinin halk geleneğinde bir inanışla ilgili olması da etkilidir. Âşık`ın şairlik gücünü, düşünde kendisine pir`inin sunduğu “aşk badesi”ni içmek ve “ideal sevgili”nin hayalini görmekle kazandığına inanılır. Böyle şairlik yeteniğini kazanan sanatçılar “badeli âşık”, “Hak aşığı” diye nitelenir.2
Âşık tarzı`nı vücuda getiren unsurlar`dan bir kısmı da, XIII. - XVI. asırlar arasında Türk memleketlerinin her tarafında büyük inkişaf gösteren tasavvuf tarikatları`na ait tekke`lerdeki - az çok popüler mahiyette - Türk edebiyatından geçmiş unsurlardır. Mensuplarını topladıkları içtimai muhitlere göre, bunlardan bazıları daha ziyade şehir ve kasaba tarikati olarak, bazıları ise köy ve aşiret tarikatı olarak tasnif olunabilir.
Bilhassa Anadolu`nun, XIII. asırdan başlıyarak, XVII. asır başlarına kadar çok mühim tarikat faaliyetlerine ve hareketlerine sahne olduğu ve Rumeli fütuhatı`ndan sonra bu faaliyetlerin Balkanlar`a da yayıldığı bilinmektedir. Yesevi, Hayderi, Kalenderi,. Babai, Edhemi, Şemsi, Cami, Bektaşi gibi daha çok heteredoks bir mahiyet gösteren tarikatlarla, Mevlevi, İshaki, Kadiri, Halveti gibi tarikatlerin, Osmanlı İmparatorluğu`nun her sahasında her sınıf halk arasında tasavvuf akideleri`ni yaymak hususunda büyük rolleri olmuştur. Propagandalarını köy ve aşiret çevrelerinde daha fazla bir kuvvet ve başarı ile yayan heteredoks tarikatlerde, daha XII. asır`dan başlıyarak, Türk dili ve Hece vezni ile ve Türk halkedebiyatı örneklerine uygun bir şekilde yeni bir şiir nev`i vücude gelmişti. Orta - Asya`da Ahmed Yesevi ile baslıyan bu tekke edebiyatı, XIII. - XIV. Asırlarda Anadolu`da büyük bir inkişaf göstermiş ve bilhassa büyük mutasavvıf şair Yunus Emre`den sonra kuvvetli bir manevi nüfuz kazanarak, ortodoks tarikatlere mensup derviş şairler tarafından o tarzda şiirler yazılmıştır; mamafi bu şiir tarzının en ziyade heteredoks tarikatler arasında inkişaf ettiğini ve bediî kıymet bakımından en orijinal, en kuvvetli mümessillerini - Kaygusuz Abdal, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi - Bektaşiler ve Kızılbaşlar arasında bulduğu muhakkaktır.3
Herhangi bir olay karşısında veya bir sohbet sırasında kendisine verilen bir kafiye üzerine, durmacasız şiir söyleyen aşık, kendi iç dünyası ile dopdolu, rüyasında kendisine görünen veya gösterilen maddi ve manevi bir sevgiliyi arayıp bulmak için ömür boyu belde belde gezer dolaşır, aşıklarla karşılıklı şiirler türküler söyleşir, zamanla efsanevi bir kişilik kazanır.4
Halk, şairlerin şiir söyleme yeteneklerini ilahi bir güçten aldıklarına değin türlü menkıbeler çıkartmıştır:
Yunus Emre, Taptuk Emre`ye kırk yıl hizmet ettikten sonra, onun sözlerine doğaçlamadan şiirle cevap verir. Taptuk Emre: “Yunus`un konuşma zamanıdır.” diyerek ona ruhsat verir.
Kaygusuz Abdal, mürşidi Abdal Musa `ya kırk yıl hizmet eder ve şeyhi Abdal Musa`nın yazdığı bir parça kağıdı yuttuktan sonra şair olur. Türkmen şairi Mahdum Kulu, düşünde Mekke`ye gider, Hz. Muhammed`in huzuruna çıkar. Peygamber, dualarla Mahdum Kulu`nun alnına vurunca şair olur.
Süleyman Ata, Hızır İlyas`ın ağzına tükürmesi ve “Konuş, yeteneklerini göster!” demesinden sonra şair olur... vs.
Âşık ve saz şairi aynı anlamda kullanılan terimlerdir. Bunlar iki gruba ayrılır:
1. Bazı âşıklar, okumna yazma bilmezler (ümmidirler). Doğaçlamadan, saz eşliğinde, hece ölçüsüyle şiir söylerler. Ancak okuma-yazma bilmedikleri halde –Sümmânî, Âşık Şenlik gibi- aruzla söyleyen âşıklar da vardır.
2. Bazı âşıklar ise belli bir eğitim görmüşlerdir, şiirlerini saz eşliğinde hem hece ile hem de aruzla söylerler. (Âşık Ömer, Gevheri, Dertli, Erzurumlu Emrah...)
Belli bir öğrenim görmüş, hem hece hem de aruzla şiirleri olan ancak saz çalmasını bilmeyen şairlere kalem şuarası adı verilir. Bayburtlu Zihni, Çankırılı Zahmi gibi şairler bu gruba girer.
Âşıklarla kalem şuarasını içine alacak biçimde daha genel anlamda “halk şairi” terimi kullanılmaktadır.
Azerbaycan Türkleri, doğaçlamadan şiir söyleme yeteneklerinden dolayı bir kısım halk şairlerine bedyeci adını verirler.
Saz şairleri, tarih boyunca kopuz, kara düzen, bozuk, tanbura vb. çeşitli sazlar kullanmakla beraber, XVII.-XVIII. yüzyıllarda en çok çöğür eşliğinde şiir söylediklerinden âşık ve saz şairi ile aynı anlamda çöğürcü terimi de kullanılmıştır.
Tarih boyunca medreselerden yetişmiş kimseler tarafından -halkın her türlü yaratısı olduğu gibi- “halk şiiri” de küçümsenmiştir. Âşıkların belli bir eğitim görenlerinin divan şiiri tarzında da eser vermeye çaba göstermeleri, bu küçümsemenin etkisinin yanında büyük merkezlerde, yüksek mevkilere yaklaşabilmek, hiç olmazsa bir katiplik elde edebilmek çabasından kaynaklandığı söylenebilir. Ancak bu şairlerden, aruz ile yazdığı şiirlerde başarı kazanıp tezkirelere girebilenler çok azdır. Âşık Ömer, Gevheri, Şem`î, Dertli, Bayburtlu Zihni... bugün yalnızca hece ile söyledik1eri şiirleri ile tanınmaktadırlar.5
Halk şairlerinin gerçek özellikleri, halkımızın konuştuğu Türkçeyle ve hece vezniyle şiirlerini söylemeleridir. Türküden, şiirden, atışmadan, muammadan, dudak değmezden, hikayeli türküden kurulu, yazılı bir edebiyattan önce, sözlü bir halk edebiyatı; 1071 yılında Anadolu`nun tekmil Türk Yurdu olması ve Türk-İslâm fikir ve düşünce hareketinin süratle gelişmesiyle önem kazanır. Halk şairlerimiz, halkımızın anladığı katıksız Türkçeyle söyledikleri şiirleri, türküleri, Anadolu`nun dört bir köşesinde kuşaktan kuşağa halkımızın kulağına, gönlüne mısra mısra, mızrap mızrap işleyerek milli kültürü yaratıcı ve koruyucu, milli birliği yaşatıcı kutsal bir görevi başarıyla yerine getirmişlerdir. Halk şairleri omuzlarında sazları, köy, kasaba demez, belde belde gezerler. Hanlar, kahveler, konaklar, âşıkların ağırlandıkları yerler. ...Bir âşık bir yere gelince o beldenin âşıkları ile görüşür, tanışır.
Bâde içen veya usta yanında uzun yıllar çıraklık yapıp yetişen bir aşığın bütün kabiliyeti, diğer âşıklarla yaptığı atışmalarda belli olur. Yarışacak iki âşıktan birisine dinleyicilerden biri, genellikle redifli bir ayak verir. ...Ayağı alan âşık sazını eline alıp verilen kafiye ile bir kıt`a söyler. Diğer aşık aynı kafiye üzerine bir kıt`a söyler. Karşılıklı üç veya dört kıt`a söyleyip mahlaslarını son kıt`ada tapşıran âşıklar atışmaya son vermiş olurlar.
Atışmalarda âşıklar birbirlerini iğnelerler, eğlence yollu alaya alırlar, bazan karşılıklı sorular sorup cevabını beklerler. Hangi âşık konuya göre yeterli karşılık verirse, o âşık atışmayı kazanmış olur.
Halk şiiri sade görünüşüne, akıcılığına, kolay söylenir havasını uyandırmasına rağmen büyük bir ustalık, güç ve ince deyiş kabiliyeti ister. Türk halkının mistik inancı, yaşama felsefesi, yüzyıllarca yazılı metin olmaktan uzak kalmış halk şiirinin bir ince seziş ve espri duyarlığı içinde söylenivermesini adeta zorunlu kılmıştır. Her âşık sözlü edebiyatın bu kaidesine uymayı, kısa bir süre içinde düşünmeksizin söyleyivereceği şiire bütün ustalığını ve maharetini koymayı âşıklığın gereği ve töresi bilir.
Dudak değmez, eski deyimle leb-değmez, halk şiirinin özel bir duyarlığı ve kabiliyeti gerektiren ve dinleyicileri hayretler içinde bırakıveren bir dalıdır. Dudak değmez yarışmasına katılacak âşıklar iki dudakları arasına iğne koyarlar. Kendilerine dinleyiciler veya seçiciler heyeti tarafından verilen bir ayak, yani kafiye ile yarışma başlar. Aşıklar b, f, m, p, v gibi ünsüz, sessiz harfleri kullanmadan, karşılıklı kıt `alar halinde şiir söyleıneğe, atışmaya mecbur durlar. Büyük bir kabiliyet ve dikkat isteyen, cidden zor olan dudak değmez`de bir âşık sessiz harfleri kullanırsa iğne dudağına batıp kanatacak ve âşık yenik sayılacaktır.
Türküler, doğuştan sanata yatkın olan halkımızın çağlar boyu güfte ve beste yüklü, ortak duyarlığıdır. Türkler saz şairlerinin şekil kaygılarından öte bir doğuş halinde yaptıkları, daha doğrusu o anda söyledikleri bestelerdir. Türkülerin mayasında aşığın sevinci, heyecanı, kaderi ve deyiş ustalığı dile gelir. Âşık bu deyiş ustalığını sazının tellerine vurur, olur bir türkü, güzel mi güzel, yanık mı yanık. ...Halkımızın alın yazısı, duygusu, düşüncesi türüm türüm türkülerde tüter. Anadolu, bir uçtan bir uca boylu boyunca türkülerle serpilir, büyür, çiçek olur açar. Anadolu `nun kaderi, mutluluğu türkülerdedir. Aşık Veysel`in “Türk`üz, türkü çağırırız” deyişi millet olarak türküye verdiğimiz önemin, sevginin bir belirtisidir. Gerçekten sözlüklerde türkü teriminin kaynağı Türk kelimesinden türemiştir.
İçtenlikle yaşama sevinci içinde olan tatlı dilli, güler yüzlü, konuksever halkımız sereserpe günlük hayatını, sevincini, tasasını, hasretini türkü yapar kendisine. ...söyler durur. Ne inancı varsa, ne muradı varsa, ne umudu gönlünde buram buram tüterse, bir sır gibi türkülere emanet eder. Mısralarda, notalarda nakış nakış saklar onları. Bu yüzden de halk türküleri yaşama serüveni boyunca halkımızın ortak duygusu, ortak sesi, ortak çağrısıdır. Halk türkülerinin bestesini çağlar ve beldeler boyunca halkımız yapar. Zaman geçer, türkünün soluğu degişir. Deyişi daha bir gümrah, daha bır alımlı olur. Sazın mızrabı bir yalçın dağa vurur, ortak ses yücelir. Denize iner kıvraklaşır. Ovada ılımlı mı ılımlı olur. Türküler, çağlar boyu halkımızın ses aynası olur. Yakar, yanar, yankılanır. Anadolu`yu yaşayan, Anadoluyu yaşatan, bu güzelim türküler folklorumuzun endam aynasıdır.
Her aşığın başından çeşitli olaylar geçer. Kimi aşık gönül yarasına uğrar. Kimi hasretlik üzerine arzı-hal eyler. Kimi gurbettedir. Efkarlanır duygularını sazın tellerine döker. Kimi aşığın başından garip ve komik bir olay geçer, buna türkü yakar, çalar söyler. ...Dinleyenleri bir hoş eyler. ...Bu bir bakıma meddahlığın sazla söylenenidir. Saz ve semai kahvelerinde heyecanla dinlenirdi, aşıkların naklettiği hikayeli türküler. Şimdi de öyle. ...Gerek usta malı olsun, gerek aşığın kendi bestesi. ...Düğünde, şölende Konya`daki Aşıklar Bayramı`nda. Aşık Efkari`nin “Fatma Nine” li türküsü, Aşık Murat Çobanoğlu`nun seslendirdiği “Kiziroğlu Mustafa Bey” türküsü dinleyenlerin hala kulaklarında çınlamakta, gönüllerinde yankılanmaktadır. ... 6
1 | F. Halıcı, Âşıklık Geleneği ve Günümüz Halk Şairleri – Güldeste, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını – Sayı: 58, Ankara 1992 |
2 | S. Batur, Açıklamalı - Örnekli Türk Halk Edebiyati, Altın Kitaplar Yayınevi, 1. Basım Ekim 1998 İstanbul |
3 | Ord. Prof. Dr. F. Köprülü, Türk Sazşairleri Cilt I-V, Kültür Kitapevi Milli Kültür Yayınları, Ankara 1962 |
4 | F. Halıcı, a.g.e. |
5 | S. Batur, a.g.e. |
6 | F. Halıcı, a.g.e. |