Vallahi ne desem bilmem ki!
Bu aralar ne söylesem birileri alınıyor!
Alınmakla da kalmayıp mahkemeye verenler var!
Mahkemeye vermekle de kalmayıp, sünnetçi korkusu vermeye kalkanlar var!
Halbuki bir müslüman Türk evladı olarak bizim o işimiz 4-5 yaşlarında iken çoktan hallolmuş...
Yani sünnetçilerden korkacak yaşı çoktan geçtik.
Ben hep yazmışımdır,
Veya sahnelerde dile getirmişimdir!
Millete örnek olması gereken kişiler ağılarından çıkana daha dikkatli dikkat etmeli hatta gelecek nesillerin kulağına küpe olacak cümleler sarfetmelidirler diye...
Riyasız yüreklerin,
Samimi duaların karşılıksız bırakılmadığı gece bu gece...
En güzel rahmetin, dünya ve ahiret nizamının, yani Kur‘an-ı Azimü Şan‘ın, Beşerin en şereflisi Peygamberimize gelen vahiy'lerle beşere ulaşmaya başladığı gece bu gece...
Şimdi şu adalet için birileri yürürken,
Şimdi şu fetöcülük davaları devam ederken,
hele de şu haberlerde verilen görüntülere bakarken, aklımdan neler geçiyor neler...
Allahın hergünü kaç yüreğe ateş düşüyor ateş...
Ben ne diyeceğimi bilemez oldum...
Hangi şehite hangi ağıtı yazacağımı şaşırdım.
Ya analar ne yapsın?
Ya babalar ne yapsın?
Gardaşlar bacılar hele evli olanların geride bıraktıkları eşleri, çocukları yani evlad-ı ıyali ne yapsın, ne ne?..
Bu sayfada (sosyal medya) edindiğim tecrübe o ki;
Siyasi polemik yazıları daha fazla rağbet görüyor.
Eğer siyasi polemik olmaz ise, bazıları iki-üç paragrafı bile uzun bulacak derecede okumama hastalığına yakalanmış...
İnanın “bu kadar uzun yazarsan ancak kendin okursun..„ diye bana sitem edenlere bile rastladım.
Sizi bilmem ama ben bıktım arkadaş!
Hergün haberlerde şu fetö operasyonu haberleri beni bıktırdı!
Bıktırdı çünkü;
Gıdak... Gıdak... Gıdak... Ama yumurta yok...
Böyle anlarda iki kelimeyi yanyana getirmek zordur Esat!
Nereden başlayacağımı, ne söyleyeceğimi inan kestiremiyorum!
Bir yandan mübarek Ramazan dedim...
Bir yandan “sus be Arif, zaten hastasın„ dedim...
Bak doktorlar bile her şeye kafa takma diyor, yani düşünmeyeyim, yazmayayım dedim...
Ama ne mümkün!..
Yüreğime laf anlatamadım ki...
Sabredemedim arkadaş sabredemedim...
Onun ben kendinden önce sesini tanımıştım...
Şimdiki gibi televizyon veya günümüz iletişim araçlarının, hiç biri yoktu o zamanlar...
Uzun, orta, kısa diye adlandırılan üç dalgalı, (hele taşrada) zar-zor çeken radyolar vardı sadece.
Ancak radyo denen alet de herkeste yoktu tabi...
Bazı insanlar kendilerinde olmayan hasletlerden bahsederken, acaip azamete, gösterişe, kibire bürünürler.
Her türlü günahı işleyen birinin Kur‘an‘dan-imandan bahsedip, ehl-i iman görüntüsü vermesi gibi...
Her türlü ahlaksızlığı yapanların, ahlak abidesi havalarına girmesi gibi...
Biri 2016'nın Ekim'in de gitmişti...
Biri ise dün...
Yani aralarında bir yıl bile yok...
Hayat arkadaşlığı bu olsa gerek!
İnanıyorum ki bu arkadaşlık ahirette de devam edecektir.
Duydum ki;
Yarın 41 ilde aynı anda koltuk dağıtılıyormuş!..
Nedense "Yangından mal kaçırma.." deyimi geldi aklıma...
Zira gönünden post bile olmayacak olan biri diyor ki;
"Ayrık otlarını ayıkladık..." diyor, sonra da utanmadan "sevgiden, kucaklaşmadan.." dem vuruyor...
GELELİM ATATÜRK‘Ü PUTLAŞTIRAN PUTLARA!..
Bugün 19 Mayıs...
Atatürk‘ün Samsuna çıktığı gün.
Birilerine göre tesadüf olabilir ama bana göre tevafuk.
Hem dini bir günün hem de milli bir günün bir biriyle kucaklaştığı bir zaman dilimi.
Bugün günün önemini anlatan çok olur.
O sebeple ben 19 Mayıs Bayramından ziyade yine Atatürk‘e zarar veren unsurlardan bahsedeceğim!
Ben “Oha„ diyorum!
Ben “oha„ diyorum ama onlar için demediğim halde biliyorum ki öküzler kızacak...
Kızacaklar ve adım gibi biliyorum bana şöyle seslenecekler,
diyecekler ki;
“Ey Ozan Arif;
Biz ki nankörlük, kahpelik, (afedersiniz) orospu çocukluğu bilmeyen Allah‘ın insanoğluna hizmet için yarattığı zavallı hayvanlarız.
Sen nasıl olurda bizim gibi sığırların arasından değil,
tam aksine siz insanların arasından çıkmış, şu adi varlıklar için bize ait olan “oha„ seslenişini yani bizi çağrıştıran bir ünlemi kullanırsın?
Ayıp değil mi? Günah değil mi?„ diye sitem edecekler...
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol „
Bu Cenab-ı Allah‘ın ayeti...
Çok ehl-i takvalık taslayan biri değilim.
Veya birileri gibi yarım yamalak islami bilgilerle şov yapmayı marifet sananlardan da değilim!..
Ancak inanan, elimden geldiği kadar da inandığım değerler doğrultusunda hayat sürmeye çalışan ama noksanlıklardan da münezzeh olmayan bir kulum.
Dolayısıyla yazarken, söylerken veya sohbet ederken yukardaki ayeti elimden geldiğince şiar edinmeye çalışmışımdır...
Haaa...
Tabii ki bunu becerip beceremediğimi önce Yaradan,
sonra beni okuyan dostlar bilirler...
Biliyorsunuz bir plebisit yaşadık!..
Plebisit dememin sebebi, yani eşit şartlarda yapılmayan bir evet-hayır maçı yaşadık.
Öyle bir maçtı ki bu;
Birbirimizde kafa göz bırakmadık, ne teröristliğimiz kaldı ne hainliğimiz, ne koyunluğumuz...
Birbirimizi pkk‘lı yaptık, fetöcü yaptık hatta o da yetmedi Alman yaptık, Hollandalı yaptık, Fransız yaptık...
Daha doğrusu ne yapmadık ki?
Tabii ki Her şey Allah'tan, ama müsebbipleri de unutmamak bir insanlık gereğidir diye düşünüyorum.
Tedavim devam ediyor...
Yani hala derdimi takipteler!
Her hastahane ziyaretimde onlara şükranlarımı ifade ediyor, yani teşekkür ediyorum...