Her geçirdiği tecrübe insana çok şey öğretiyor...
Mesela ben sıhhatimin yerinde olduğu dönemlerde üç rakamlı kilolara çıkınca kilo verme çabasına düşmüştüm.
Doktorlar hergün on bin adım diyorlardı...
Yarın 12 Eylül...
Benim “Kara Eylül„ dediğim tarih...
Ha "neden Kara Eylül?" diyecek olanlar vardır.
....Bir kere baştan şunu söyleyeyim;
Aşağıdaki satırları hangi tarafta, hangi partide olursa olsun işini bilerek yapan, işinde dürüstlüğü ilke edinen bütün yürekleri tenzih ederek yazdım.
Yani onların gocunmasına gerek yoktur.
Gocunan da kendi bilir!
Tabii ki her şey Allah'tan...
Her şeyi olduğu, her şeyi verdiği gibi, sıhhati de veren Allah...
Sıhhati verdiği gibi hastalığı da vereren Allah...
Dermanını da verecek olan, O...
Veya ölüm için fermanını da verecek olan yine O...
Yani dedim ya, her şey Allahtan...
Elimden geldiğince yirmi yıldır önümüzde olan engeli gösterdim...
Esas engel bu dedim...
Bunu görün dedim...
Her fırsatta önümüzü kesen bu engeli göstermeye çalıştım.
Mübarek Bayram...
Sabret diyorum kendi kendime...
Ama sabredemiyorum ki!
Aklım, mantığım sabretmiyor.
Aklım, mantığım sabretse bile yüreğim sabretmiyor.
Yüreğim sabretse dilim sabretmiyor,
Dilim sabretse elim sabretmiyor...
Sinir oluyorum sinir...
Ve mecburen işte böyle yazıyorum!
Hani bir söz vardır ya!
“Çocukluk mu güzeldi, çocukken mi güzeldik?„ diye...
İşte benim de kendime bayramlarda buna benzer bir soru sorasım geliyor!
“Eski bayramlar mı güzeldi, yoksa eski bayramları yaşayan insanlar mı güzeldi“ acaba?
Bugün dedi isem 31 Ağustos anlamayın!
Hemen kısaca izah edeyim; Benim kimliğimde doğum tarihi olarak '10 Haziran 1949' yazılı. Babam doğduğumdan kim bilir kaç sene sonra nüfus kâğıdımı çıkartmaya gidince,
Alucrada‘ki zamanın nüfus memuru kim ise böyle bir tarih yazmış.
Amerika'da, New York'ta tanımıştım Onu...
Vatanıma gelemediğim yıllardı...
Bir-kaç sahne sohbeti için gittiğimin bir seferinde 15 gün beraber olmuştuk...
Oradaki derneğimizin bir odasında yatıp kalkıyordum.
Harun Abi derneğin aşçısıydı o zaman.
Sabah gelir kahvaltımızı verir ta akşam yemeğinden sonra da kendi evine giderdi...
Yani kursağımda ekmeği var, suyu var...
Uzun uzun ne sohbetler ettik onunla,
Çok harbi adamdı.
Sağına bak din alimi...
Soluna bak din alimi...
Hülasa her nereye dönsen din adına ahkam kesenden geçilmiyor!
İlmi ile amil olanlardan, yani özü sözüne uyan alimlerimizden Allah razı olsun.
Tabi ki onları tenzih ediyorum.
Zira onlardan bütün müminler gibi ben de yararlanıyorum.
Bu gün aşağıdaki (resimdeki) nasihat hepimize yeter diye düşünüyor,
herkese hayırlı Cumalar diliyorum efendim.
Bu gece gözüme uyku girmedi...
Sağa döndüm yazıklar olsun dedim!
Sola döndüm yazıklar olsun dedim!
Beni uyutmayan şey;
Gece Fransa‘dan bir ülküdaşımızın telefonuma gönderdiği ileti...
Biliyorum sizi pek ilgilendirmeyecek ama, beni çok ilgilendiriyor!
İnsan bazen maziye takılıp kalıyor işte, bu gün benim takılıp kaldığım gibi.
Dosyamı karıştırırken 13 haziran 2015‘te yazdığım bir destan geçti elime.
O destanı o tarihte Perşembe Öğretmen Okulu mezunlarının Çarşamba da bir araya gelip, birlikte yemek yiyerek okul günlerimizi yad ettiğimiz toplantımızda okumuştum.
Geçen sefer ortalığa bir "Şerefsiz..." destanı söyledim, birileri hemen ayağa kalktı!
Ayağa kalkmakla da kalmayıp beni mahkemeye verdi, bazıları da birilerine yaranmak için tehditler savurdu, evimi basmaya yeltendi falan filan...
Bu gün ise "Hadi Ordan" adını verdiğim başka bir destanı yine ortalığa söylüyorum...
“Erciyes Türk Kurultayı„nın engellenişini size duyururken,
Bir yandan kimyasal tedavinin tesiri, bir yandan canımın sıkıntısı, moralimin bozukluğu ile;
“ÖZÜR...TEŞEKKÜR…VE KAHPELİKLER!„ başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Halâ sayfada duruyor.
Okumayan varsa sayfadan kolayca bulup okuyabilir...
İmkansızlıkla başa çıktık!
Önümüze konulan engellerle başa çıktık!
Manialarla, tuzaklarla, olumsuz propagandalarla bile başa çıktık!
Hatta ben hasta olmama, en ağır tedavileri görmeme rağmen, yani hasta hasta yola çıkacak kadar hastalığımla bile başa çıktım!
Velhasılı ne olursa olsun orda olacaktım!
Birileri Orhan Kılıçoğlu'ya ait bu yazıları kendi nefsime hoş geldiği için burada sizinle paylaştığımı düşünecektir biliyorum!
Kim ne düşünürse düşünsün...
Hiç umrumda değil.
Ben, bana destek veren veya alkış tutan yazıları pek öne çekmem...
İnsanım...
Mihnet duyarım ama belli etmem.
Mesela sizler, bu sayfayı takip eden yürekler...
Aranızdan nefsime hoş gelecek öyle şeyler hatta şiirler yazanlar var ki...
Öne çekeyim diye aklımdan geçer ama elim bir türlü öne çekmeye gitmez...
Ama bu sefer beni, bu günlerdeki uğradığım terbiyesizlikleri, hatta ülkücü hareketin mazisinden bazı kesitleri anlatıp beni duygu seline boğan yazıyı size taşımadan yapamadım...
Efendim yine bodoslama olacak ama sizi bir Prof‘un günün modasına uyarak 2 Temmuz 2017 tarihinde benimle ilgili bir gazete köşesinde yazdığı yazıyla başbaşa bırakmak istiyorum.
Herhalde diktiğim elbise buna da uymuş!
Neyse önce okuyun sonra konuşalım...
Yazı şu;
Efendim hepimizin bir ömür verdiği,
Tabelası başka partilerinki gibi dyo, marşal veya filli boyalarla değil,
Bir neslin göz yaşıyla, kanıyla hatta canıyla yazılmış MHP‘mizin önemli simalarından biri bir açıklama yapmış...
(Benim de Hebererk vasıtasıyla haberim oldu...)