1985 veya 86’nın başlarıydı.
Benim vatanıma gelemediğim yıllardı.
Başbuğumuz 12 Eylül’cü Mahkemelerin verdiği keyfi kararlarla 4 sene 7 ay içerde tutulmuş sora hürriyetine kavuşarak, Almanya’ya gelmişti.
Onu hanemde misafir etme şerefine eriştiğim bir akşam, bana son çalışmalarımı sordu.
Kendisine kültür ve sanat faliyetlerimizden bahsettikten sonra henüz piyasaya çıkmayan bir de son bir kaset çalışmam olduğunu söyledim.
“Elinde örneği var mı?” diye sordu.
Var efendim dedim.
“Hadi getir de ilk dinleyen ben olayım” dedi…
Henüz son düzeltmeleri yapılmamış "demo" dediğimiz kaseti teype koydum dinlemeye başladı.
O kadar dikkatli dinliyordu ki, arada bir şey soracak olsam bana parmağını dudağına götürerek sus işareti bile yaptığı oldu.
Bazen pür dikkat kesilerek, bazen tebessüm ederek, bir taraftan da çayını yudumlayarak 40-45 dakikalık kasetin iki yüzünü de dinledi.
Ve bana döndü;
“Arif evladım siyasete çok çatıyorsun” dedi…
Ben içimden “ Eyvah Başbuğ’umu üzdüm herhalde” diye düşündüm.
Çünkü netice de kendisi de siyasetle iştigal eden bir insandı.
İşte o sebeple
“Ama Başbuğ’um ben sizi bir siyaset adamı olarak değil, ben sizi bir devlet adamı olarak sadece Türkiyenin değil bütün Türk dünyasının umudu olarak görüyorum” dedim.
O zaman gülerek gözlerime baktı;
“Hayır hayır ben bunları sana alınganlık gösterdiğim için değil, bilmen gereken bir önemli gerçeği vurgulamak için söylüyorum” dedi ve devam etti;
“Arif bak evladım, şunu hiç unutma; Tıpkı ilimle uğraşmak gibi, tıpkı askerlik mesleği gibi, siyaset de bir millete hizmet etmenin şerefli yollarından biridir.
Ama bu iş Türkiyemizde o kadar şerefsizce yapılıyor ve siyasetçi görüntüsünde o kadar şerefsiz var ki, bırak alınganlık göstermeyi seni haklı bile buldum…” dedi.
İşte o zaman rahatlamıştım.
Hatta devam etti;
“İlimden nasibini almamış, hayatında bir ışık yakmayı becerememiş onun bunun iteklemesiyle prof unvanı edinmiş bazı kibir abideleri yüzünden, bütün ilmiye sınıfını suçlayamayacağımız gibi,
veya Kenan Evren ve avanesi gibi namussuzlar yüzünden bütün şerefli Türk ordusunu suçlayamayacağımız gibi, siyaset yapmayı değil de şerefsizlik yapmayı şiar edinmiş siyasetçiler yüzünden de siyaseti suçlamak doğru olmaz…” bunu anlatmak istedim evladım dedi…
……….
Ben işte o gün, bu gün, hele de Başbuğ’umuzun aramızdan ayrılışından sonra, elinde fenerle sokaklara düşüp;
“adam arıyorum adam” diyen, ünlü düşünür Diyojen gibi gibi,
Türkiyede şerefli yapılan bir siyaset ve şerefli davranan bir siyasetçi aradım durdum…
Ama maalesef bulamadım!
Kim bilir belki de vardır, onlar da şerefsizler arasında kayıp olmuş olsalar ki hiç göze görünmüyorlar.
Hadi ben görmüyorum, peki ya siz;
“En iyi siyaset dürüstlüktür” diyen,
“Kendinden ayrı düşünenleri düşman gözüyle görmeyen veya düşmanlıkları canlı tutarak siyaset yapmayan”
“Siyaseti hakaret etmek için atışma sanatı değil, vatandaşa hizmet için yarışma sanatı olarak gören”
“Gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünen”
“Kendi gününü kurtarmak için, bir ülkenin yıllarını feda etmeyen”
“Kanatlarını çıkarlarının üstüne değil de milli menfaatlerimizin üstüne germiş olan, daha doğrusu sülük görüntüsü vermeyen…"
“Siyaset bataklığında, yolsuzluk çiçekleri toplamayan…”
“Fukaranın ambarında fare değil, fukaranın dertlerine çare olan”
“Seçimler için yaptığı masrafları, hatta misli misli fazlasını siyasetin sırtından geri almaya kalkışmayan” (daha bir yığın özellik sayabilirim) siyasetçiler görüyor musunuz?
Sanmıyorum.
Mesela günümüzde en namuslu geçinen, en bilge falan denen hatta maaşını bile almıyor diye reklamları yapılan, ağzını açtımıydı önce ülkem edebiyatı yapan,
“devletin bekası” lafını ağzına sakız yaparak ikiye bir yüzümüze patlatan bazı tipleri görüyoruz…
Sırf kendi bekasını sağlamak için,
memleketin değil sırf kendi yalakalarını kollamak için,
kendi bitişini örtbas etmek uğruna siyasi erkin kanatlarının altına sığınmak ve buna (üç-beş ay evvel olduğu gibi) ittifak süsü vermek için atmadıkları takla kalmıyor!
Yalakalık yaparak gözüne girecek ya;
sığınmak istediği partinin başındaki zat “leb” demeden, bu yavrum hemen “leblebiyi” yapıştırıyor!
Bu da şu sözün doğruluğunu gösteriyor;
“En tehIikeIi insanIar; büyük makamIara geImiş küçük insanIardır.”
Eee… Büyük makamlara gelmek de siyasetle mümkün olduğuna göre, vallahi kafam durdu işin içinden ben çıkamıyorum.
Bu sefer benden bu kadar.
Artık bundan sonrasını küçük adamları büyük makamlara getirenler düşünsünler.
Haksız mıyım?
10 Eylül 2018
Samsun