Dayanılması en zor acılar insanın içine sakladığı, dışa vuramadığı acılarmış.
Onun için olsa gerek ki düşünürün biri;
“İçiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir.” demiş…
Ben işte yüreğime düşürdükleri ateşten ziyade susmanın acısına tahammül edemediğim için hep konuştum.
Ve halâ konuşuyorum.
Bazılarının hesabına gelmese de, bazılarını rahatsız etse de konuşuyorum.
Ama bazen nedense canım konuşmak istemiyor.
İstemiyor çünkü bazen yüreğime çöreklenen acıları, o acıların beni gark ettiği duyguları daha önce dile getirdiğimi hatırlıyorum.
“Bu konuyu konuşmuşum, şimdi tekrar neden konuşayım ki” diyorum kendi kendime…
O zaman da teknolojinin imkanlarından yararlanarak, o konuşmuşum dediğim yani zamanında dile getirdiğim duyguları sizinle tekrar paylaşmak istiyorum.
İşte bugün de öyle bir ruh hali içindeyim.
Ülkücü hareketin öksüzlüğü yakıyor, üç hilalin öksüzlüğü kavuruyor içimi!
Bana göre bu memleketin tek kurtuluş ümidi olan bir sevda ve o sevdanın mensupları şaşkın!..
Daha önce söylediğim gibi, ya elleri koyunlarında, boyunları bükük, sevdaları ellerinden alınmış, gayesiz, amaçsız bırakılmış vaziyetteler…
Ya da üç hilale bağlılıkları istismar edilerek kendi sevdalarına değil de başkalarının gayelerine hizmetçi hatta köle yapılmış durumdalar!..
Köle ruhlu olanlar buna tahammül edebilir, hatta rıza gösterebilirler, ama onur sahibi olanlar, dik durmayı, şereflerinden taviz vermemeyi şiar edinmiş olanlar adeta perişan!
Hem de yirmi yıldır perişan yirmi!..
Sözü fazla uzatmaya gerek yok.
Şu mübarek günde bizleri bu duruma getirenler Allah’tan bulsunlar deyip, sizi ta 4 Nisan 2001 tarihinde yani 17 yıl evvel Başbuğ’umun kabri başında ciğerime yazdığım duygularla başbaşa bırakıyorum…
İstedim ki tekrar dinleyesiniz…
Tekrar dinleyip, tekrar düşünesiniz.
6 Haziran 2018
Samsun
——————— İşte o duygular———————
SEN GEL BANA SOR
Başbuğum bak yine başına geldim.
Bakıyorum ama sen gel bana sor.
Dert dökmeye mezar taşına geldim.
Döküyorum ama sen gel bana sor.
Belki de derdimi dökmem boşuna,
Duymazsın, duysan da gitmez hoşuna,
Öyle bir çile ki düşman başına,
Çekiyorum ama sen gel bana sor.
Beni bu çileye salanlar saldı,
Sen gittin her şeyin içi boşaldı!
Kala kala senden bir rozet kaldı,
Takıyorum ama sen gel bana sor.
Sevdamızın günahı ne, suçu ne?
Bu sevda layık mı gönül göçüne?
Arada sırada halkın içine,
Çıkıyorum ama sen gel bana sor.
Halk eskisi gibi önüme çıkıp,
Hal hatır etmiyor elimi sıkıp,
Sebebini halkın gözüne bakıp,
Okuyorum ama sen gel bana sor.
Halkı bırak halkı, öz kardeşimi,
İknadan acizim evde eşimi,
“La havle” çekerek her gün dişimi,
Sıkıyorum ama sen gel bana sor.
Çünkü iktidarda bütün varımı,
Yitirdim siyasi itibarımı!..
Söylenen sözlere kulaklarımı,
Tıkıyorum ama sen gel bana sor.
Sen yoksun başını tuttular suyun,
Oyun oynuyorlar başında oyun!..
Birlik için birlik, bunlara boyun,
Büküyorum ama sen gel bana sor.
Arif’im yıkılmış şehir gibiyim,
Tadım yok, tuzum yok, zehir gibiyim,
Yatağına küskün nehir gibiyim,
Akıyorum ama sen gel bana sor.
Ozan Arif
04 Nisan 2001
Ankara