Bir ata sözümüz vardır!
“Yiğit namıyla anılır..„ der.
Aynen ata sözümüzde de belirtildiği gibi,
bazı unvanlar bazı kişiliklere yapışır kalır adeta...
Yapıştığı için yapışmaz!
Yakıştığı için yapışır ve onları birbirinden koparamazsınız!
Tıpkı Muhsin Başkan‘da olduğu gibi...
O ülkücü gönüllerin Muhsin Başkanıydı...
Meselâ benden beş yaş gençti,
O Ankarada Ülkü Ocakları Genel Başkanı,
ben ise Samsunda genç bir öğretmen olarak Ülkü-Bir‘in,
yani Ülkücü öğretmenler derneğinin şube başkanıydım...
Ama o benim de Muhsin Başkanımdı...
Zira ben Ülkü-Bir bünyesinden ziyade, Onun Genel başkanlığını yaptığı,
Ülkü Ocaklarının bünyesinde daha çok çalıştım...
Sosyal faliyetlerde geçti 80 öncesindeki nice yıllarım...
Öyle hatıralarımız var ki, yazmaya kalksak içinden çıkamam herhalde...
Bana sorarsanız Cumhurbaşkanlığı unvanı bile,
Muhsin Başkanın Başkanlığı yanında çok manasız kalırdı...
O işte öyle bir başkandı!
Vatanı için, Milleti için hatta ülküdaşları için,
kendini unutan adamdı!
Bence bugün unutulmamasının, yüreklerde acısının hala tazeliğini korumasının arkasında onun bu özelliği var...
Ülküsü için, ülküdaşları için kendini unutan adamlar,
unutulmazlar... unutulmazlar... unutulmazlar.
Ülküsü büyüktü...
Ama Allah var en az ülküsü kadar yüreği de büyüktü...
Ülkücülük; Vatan, millet, din ve devlet uğruna hatta insanlık uğruna,
maddi ve manevi değerlerini ortaya koyabilmektir...
İşte onun için;
Bana göre büyük ülküler aynı zamanda büyük ibadetlerdir...
O ülküler için zapt edilen kaleler de,
O Ülküler için çekilen çilelerde ibadetten sayılır!
Bu yazıyla birlikte paylaştığım şu fotoğraf karesine iyi bakın...
Daha önce de dediğim gibi, gördüğünüz şu haller bence bir ibadet halidir....
İşte benim gözümde Muhsin Başkanı daha da büyük yapan,
Onun bu yıllarıdır... Onun bu halleridir!
Bir partinin Genel Başkanı olması, siyasi bir sima olması
veya bir-kaç dönem milletvekili falan olması asla değil...
Onu benim gözümde büyüten önce onun delikanlı yüreği,
Sonra da şu fotoğrafta bir nebze hissedilen Taş Medrese günleridir...
Çok delikanlı geçinenlerin bir bardak çay için bile
şerefini, haysiyetini muhafaza edemediği o parmaklıklar arkasında,
Onun yiğitliğine, asaletine daha doğrusu Muhsin Başkanlığına,
bir halel getirmemesi yani kale gibi dimdik durmasıdır...
“ Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün...„
diye seslendiğim o günlerde,
İşte o zindandaki gardaşların sembolüydü....
Yeri geldi ters düştük... Yeri geldi ayrı düştük...
Yeri geldi küstük... Yeri geldi barıştık...
Birbirimize çok sitemler ettik...
Hatta bizim oralarda bir söz vardır derler ki;
“ Gardaş, gardaşı atar, yar başında tutar..„ derler...
İşte bizde öyle attık-tuttuk, küstük-barıştık ama
gardaşlığın, ülküdaşlığın hukukunu hiç göz ardı etmedik...
Sebeplerine, detaylarına girmek istemem...
(Çünkü ancak bağcı dövmeye yarar!..)
Gardaşın bol olduğu hangi hanede hır-gür eksik ki?
Ama hep barışan o oldu!
Dedim ya çünkü o farklıydı...
Çünkü yukarıda dediğim gibi benden beş yaş küçük olmasına rağmen,
böyle konularda büyüklük hep Ondan geldi...
Çünkü O Muhsin Başkandı...
En son Taşkent‘te yapılan bir şölene giderken,
Ankara‘da, bir cuma günü Büyük Ankara Otelinde buluşmuştuk...
O son buluşmamız oldu zaten...
Bana,
“Ozanım sana yapılanları görüyorum...
Artık ayrı bir partinin Genel başkanı olmam hasebiyle sana yardımcı olamıyorum...„ demişti...
Allah var, bu kadar demesi bile bana güç vermişti!
Esasında yazdıkça yazmak istiyor canım!
Velâkin yazmanın da, hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum...
Ancak şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim!
Eğer, son zamanlarda, Baba ocağını temsil edenler,
adam gibi kucak açma yürekliliğini gösterebilselerdi her şey başka türlü olacaktı...
Bu anlamsız ayrılıklar ortadan kalkacaktı...
Ben Onun, yuvaya dönüşten yana olduğunun,
hatta bunun için bariz adımlar attığının dünya- ahiret şahidiyim...
Bu sebeple daha fazla uzatmadan,
Onu...
O Yiğit Yüreği, kayıp edişimizin 7. Yılında rahmetle anıyor...
Yakınlarına, sevenlerine, özellikle de bütün ülkücülere
Cenab-ı Allahtan sabır diliyorum...
Ruhun şad olsun Muhsin Başkan‘ım...
Ruhun şad olsun...
24 Mart 2016,
Bad Homburg v. d. H., Ober-Erlenbach